Tag Archives: hayat

Algılar, Güzelliği Çoğaltır.

“İnsan algılayabildiği kadarını
Yaşar
Ve algılar çoğaltır güzelliği”

Bir insanın yeni gireceği yaşını bir önceki yaşından ayırt eden şey nedir?

İnsan, ömründe neyi neden yaptığı, önüne çıkan kişilerin neden çıktığı veya hayatındaki olayların neden yaşandığı üzerinde düşünmüyor ise kendi yaşamının maksadına ulaşabilir mi? İnsan kendi değerleri için yaşadığının farkında değil ise yeni yaşını kutlayacağı doğum günü ona neleri hatırlatır veya neleri vaad eder ki?

Peki ya bu soruyu her insan cevaplayabilir mi? Tabi ki, hayır. Kendinin farkında olmayanın, kendi sorularını cevaplama imkanı yoktur.

481350_10202626453414939_702981822335317997_n

Birkaç saat sonra yeni yaşıma girecek iken ne değerli sorulardı bunlar.

Her bir yaşın, genelde şu okullarda kullandığımız cetvel üzerindeki çizgiler gibi olduğunu varsaydığımızda aralıkları aynı olduğu halde farklı farklı yaşların anlamını birbirinden farklı kılan neydi?

Her yeni bir yılda hep 12 ay vardı oysaki.

İşin aslı her yıl yeni yaşta geride nasıl bir ‘anı’ bıraktığımız idi. Her yıl aynı anıyı bırakmıyorduk. Her yıl farklı farklı olaylar cereyan ediyordu. Bu sebeple yaşanan bu farklı olaylar, bizi de başkalaştırıyor idi. Her sene yepyeni bir ben oluyor idik.

Peki nasıl bir ben olacağımıza nasıl karar veriyorduk?

Algılarımız ile…

Bu sene hangi algılarımın üzerine konsantre oldum…

Ailem,

Aşka bakış açım, bir erkeği nasıl algıladığım,

Kültürel düzeyim, neyi bilip neyi bilmediğim, neyi niçin bilmek istediğim,

Sosyal çevremdeki insanlar, bunları niçin çevremde var ettiğim,

Kariyere bakış açım, kurumsallığa bakış açım,

Başarı ve başarısızlık algılarım,

Eğlence ve keyif algılarım,

Manevi algılarım, sevgim, saygım, vicdanım, ruhum, hassasiyetlerim…

İyi ki algılıyorum ve iyi ki varım.

Serap Doğan

02.11.2014 – 23:00

Yeni İnsan Eski İnsan’a Karşı

  • Yazının ana fikri: “İnsan, bugünkü sorunlarını, bu sorunları yaratan metotlarla çözemez.”
  • Eski İnsan; korkaktır, nicelikseldir, ölçemediğini yok sayar, materyalisttir, başarıyı para ve mal ile ölçer, şüphecidir, hiyerarşisiz yapamaz, doğayı sevmez, tamahkârdır, mekanik ve duygusuzdur.
  • Yeni İnsan; özgürdür, insanı doğadan ayırmaz, “ben” ve “onlar” kavramı yoktur, “biz” vardır, bu “biz” insan dâhil her şeyi ifade eder, yargılamaz, hoşgörülüdür, şefkatlidir, mantıkla duyguyu eş tutar, korkuyla değil, sevgiyle yola çıkar.

 

ESKİ İNSAN

Çok heyecan verici bir zamanda yaşıyorum. Zaman, huzursuzluk ve devinim zamanı; bir dönem sona ermiş ve yenisi başlamış. Bu değişiklik, tahminimden çok daha derin ve çığır açıcı boyutlarda.

Eski İnsan tarzım, yerini yenisine bırakmış; Yeni İnsan, Eski İnsan’ın yerine geçmiş.

Eski İnsan, sorunun kökenini bulmaktan ziyade, belirtileri tedavi etmeye çalışıyordu.

Eski İnsan doğrusaldır. Geleceği, geçmişten yola çıkarak çizer ve “ne kadar büyük o kadar iyi” düsturu ile başlar.

Eski İnsan, nicelikseldir; her şeyi ölçer ve açıklar. Ölçülemeyen ve açıklanamayan şeyleri kabul etmez. Eski İnsan’da akıl ön plandadır ve duygular bastırılmıştır. Aslında, Eski İnsan duygulardan korkar. Analiz yapar ve hesaplar, plan yapar ve strateji geliştirir.

Tipik özelliği, amaçlar belirleyip, bu amaçlara ulaşmak için düz ve dar bir yoldan ilerlemesi ve etrafında olanları görmemesidir. Eski İnsan, önsezi için hemen hemen hiç imkân bırakmaz.

MEVKİ VE GÜÇ

Eski İnsan,  materyalisttir. Başarı ve ilerlemeyi, para ve sahip olunan mal ile ölçer. Çalışmasının amacı itibar ve para kazanmaktır. Değerlendirmesinin bir başka önemli aracı da mevki ve güçtür. Gücü, tercihen ‘etki’ diye ifade eder.

İnsanların birbirleriyle olan ilişkilerindeki traji-komik unsurlardan bir tanesi de, ilk defa karşılaşan insanların birbirlerinin sosyal konumu ve etkisini ölçmek için üstü kapalı soru ve cevaplarla karşısındakinin mesleğini, okuduğu okulları ve yaşadığı yerleri sorarak oynadığı sosyal oyundur. Eski İnsan, bu oyuna bayılır.

Eski İnsan, güç konusundaki fikirlerle doludur. Güç ve güce olan ihtiyacı, Eski İnsan içinde doğan ve büyüyen korkusunun yansımasıdır. Başlangıçta “başarılı” olamamaktan korkar ve değerlendirme ölçeğinde yeterince yükseğe yerleşemez. Belli bir oranda başarılı olduğu zaman, elde ettiğini kaybetmekten korkar, çünkü hissettiği güvence sahip olduklarına ve mevkiine dayanır.

Korku ve Şüphe hem kendine hem de başkalarına karşı güven eksikliğine sebep olur. Dolayısıyla, korku ve şüpheden korunmak amacıyla hiyerarşik sistemler oluşturur.

Hiyerarşilerinin ana işlevi, kontrolü sağlamaktır; kontrolün en önemli işlevi ise tehdit edici değişiklikleri engellemektir. Aslında, kendisinin başlatmadığı tüm değişiklikleri tehdit olarak algılar.

Eski İnsan ileri görüşlü değildir. Bunun en bariz örneklerinden bir tanesi, kariyer ve “amaç” uğruna çevresine yaptıklarıdır. Eski İnsan, düpedüz tamahkârdır. Eski İnsan, mesafe yaratır. Kendisini doğaldan, doğadan, doğrudan, güzelden o kadar uzaklaştırır ki tüm görüş açısını kaybeder. Kendisinden uzaklaşır ve kendisiyle olan temasını yitirir. Bunun sonucunda, insanlarla arasındaki mesafeyi gittikçe açar. Eski İnsan mekanik ve duygusuzdur. Ve hayata karşı düşmanca bir tavır takınmıştır.

Resim

YENİ İNSAN

Yeni İnsan, eski İnsan’a başkaldırmak için ortaya çıkmamıştır; kaynağı Eski İnsan’dadır. Ancak artık Eski İnsan’ı aştı. İşte şimdi, eski İnsan’ın tamamen gerçekleştiğini gördükten sonra bunun kendisine, sevdiğine, dostlarına hiç bir zaman uyum, memnuniyet veya mutluluk getirmeyeceğini açıkça gördü.

Çalışmanın, işinin, “insanı boyutlarının büyüme sendromunun gölgesinde” kaybolduğunu görmeye başladı. Ekonomi ve maddiyata yönelik gelişmesinin insanlara hizmet etmediğini algıladı. Aslında tam tersine, sistemin esiri oldu ve kendi kendini tüketmek yolundaydı.

İçinde yeni bir öfke ve yeni bir sancı büyüyor ve bu öfke ve sancı bir vizyon doğuracak. Bu vizyon, kelimenin tam anlamıyla bir insaniyet ve şefkat vizyonudur. Düşünce ve algılama tarzında toptan bir değişiklik gerektirecek. Yeni İnsan, vadiyi iki adımda aşamayacağının da bilincindedir.

İnsan vicdanının uyanması ve gelişmesi, yeni bir insana can verir ve bugüne kadar varlığı bilinmeyen iç kaynaklara doğru kapıları açar. Yeni İnsan’ı bir isyan olarak görmek vahim bir hatadır. Pek çoğumuz isyan etmek için yeterli sebep olduğunu düşünsek de Yeni İnsan’ı isyan olarak görmemenin önemini vurgulamak gerekir.

Olayları bir isyan olarak görürsek, ister istemez müdafaaya geçeriz; korkarız ve eski usulleri korumaya çalışırız ve olaylara bakışımız, eskisinden de katı hale gelir. O zaman gelişmenin yanımızdan geçip gittiğini görmemiş oluruz. Zamanında ayak uyduramayız.

BEN VE ONLAR YOK; BİZ VARIZ

Yeni İnsan’ın temelinde her şeyin birbiriyle bağlı olduğu gerçeği yatar. Yeni İnsan, insanı doğadan ayırmaz. İnsanlar arasında ayrım yapmaz. Her insan kendine özgüdür, kendine özgü özellikleri vardır ve aynı zamanda diğer insanların parçasıdır.

Yeni İnsan’da “ben” ve “onlar” kavramları yoktur, sadece “biz” vardır. Ve bu “biz” sadece insanları ifade etmez. “Biz”, beş duyusuyla algılayamadığı ve zekasıyla açıklayamadığı şeyler de dâhil olmak üzere tüm hayatı ifade eder.

Yeni İnsan, hiç kimseye başkasından fazla değer vermez. Yargılamaz. Hoşgörülüdür. Şefkat ve insanlığı temsil eder.

Yeni İnsan, insanlardaki ikiliği görür; mantıklı ve düşünen (erkek) ve duygusal ve hisseden (kadın) yön. Yeni İnsan’da bunlar arasında bir denge vardır. Eski İnsan’da bastırılan duygusal yöne burada eşit derecede önem verilmiştir. Mantık artık üstün değildir; mantık ve duygu bir aradadır.

Yeni İnsan sadece hesap yapmaz; duygularının ona söylediklerine de güvenir. Kararları ve anlayışı için önseziden başka bir dayanağa ihtiyacı yoktur. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu hisseder, bilir.

Yeni İnsan amaçlar belirlemez. Plan yapmaz. Adımlarını, onu nereye götüreceklerini bilmeden atar. Beklentileri vardır, ancak bunlar kesin değildir. Hayat, savaşması ve mücadele etmesi gereken karmaşık bir mesele değildir. Hayat, hayat mücadelesinden ötedir; büyük bir maceradır. Küçük büyük, olumlu olumsuz her olayın onu ileriye götürdüğünü görür.

İNSAN İLİŞKİSİ

Yeni İnsan’ın temelinde, hayatın herkese kişisel ve insani gelişim için verildiği kavramı yatar. Diğer her şey, yani dışarda kalan sonuçlar, bu gelişim sürecine göre ikinci plandadır. Önemli olan, anlam taşıyan hayat sürecidir, insanın kendisi olmasıdır.

Yeni İnsan, yaratıcı olduğunu anlamaya başlar. Dış güçlerin emrine amade ya da şartların kurbanı olmadığını kavrar. Olumlu veya olumsuz başından geçenler, kendi düşüncelerinin bir ürünüdür. İyi şans ve kötü şans diye bir şey yoktur. Hayatında olan her şey kendinden kaynaklanır.

Yeni İnsan’da “yapılmalı” diye bir şey yoktur. Bir şeyi, ondan beklendiği için yapmaz. Yapmak istediğini yapar, ona neşe, isteklendirme ve anlam veren şeyler yapar. Hareketlerinin temeli kendinden kaynaklandığından, gerçek kaynaklarını kullanmış olur.

Yeni İnsan aynı zamanda tahmin ettiğinden çok daha fazla kapasiteye sahip olduğunu kabul eder ve yaratıcılığının, “doğru ortamlarda” sınırsız olduğunu düşünür.

Bu iç kaynakları ortaya çıkarmak ve bu yaratıcılığın çiçek açmasına izin vermek önündeki en zorlu görevdir. Gerçek zenginlik için gerekli potansiyeli buradadır. Zenginlik, onun için dışta oluşan maddi büyüme değil, kişisel ve insanı büyümesidir.

Sonuçta İnsan, bir araya getirdiği muazzam bilgiyi, bilgelik ile birleştirmeyi başardığı zaman, ancak kendi insan potansiyelinin tümüne ulaşmış olur.

Bugün insan oy’unu, Yeni İnsan’dan yana kullanıyor. Eski İnsan’a gelince… O, görevini yaptı, bağışlandı. Yeni İnsan’ı keyifle izleyebilir artık.

 

Mumun İlhamı

Masamda etrafı aydınlatmak için yanan bir mum,

Dumanı üstünde sıcacık bir çay,

Şarjı bitmiş bir akıllı telefon ve

Yeni başlanacak bir kitap duruyor.

Mumun neden yandığı belli. Elektrikler kesik. Fırsattan istifade, aklıma bir kağıda bir şeyler karalamak geliyor. Ve bu satırları yazarken, 5 dakika sonra elektrikler geliyor.

Ne mi yapıyorum? Işığı açmama kararı alıyorum. Zihnimde alevlenen yeni düşünceler gibi mumun da yanmasına devam etmesini istiyorum. Tüm çabam, zihnimdeki taze düşünceleri hiçbir dikkat dağıtıcı unsura takılıp kalmadan kağıda dökebilmek. Yoksa elektrikle bir alacağım vereceğim yok.

Resim

Mumu izleyerek düşünmeye devam ediyorum. Beni düşüncelere iten, ilhamı veren, yanan bu mum aslında. Zaten ilham kaynağı dediğin şey, her şeyden, her yerden gelir. Bir yapay ışık kaynağı bile, bir ilham kaynağına dönüşebiliyor.

Dimdik halde duran mum, hayatın devinimi ve çalkantılarıyla ayakta durmak için mücadele eden bir insana nasıl da benziyor. Mumun en üst kısmında yanan ve titrek halde bulunan ışık ise insan başını yani zihni temsil ediyor. Mumun ışığı gibi titrek, hareketli, daima kımıl kımıl bir zihin. Biz uyusak bile durmayan, mekana bağımlı gibi durup da mekandan bağımsız olan zihin.

Işığın üstünde, sadece dikkatle bakıldığında farkedilen siyah, uçuşan, ince dumanlar görülüyor. Öyle bir odakla bakacaksın ki ona, ancak o zaman rengini ve izini belli ediyor. İşte o, uçup giden zamandır… İnsan; ömrüne özenip bezenip odaklanmayınca, ne rengini ne de izini belli ediyor zaman…

Mumun altında duran sabitleyici tablada ise daima mumun bir gölgesi var. O da insanın bu hayata bıraktıklarının koyu bir resmi… Yani geçmişi… Hemen yaşamının ardında, tıpkı tablanın ardındaki gölge gibi. Yaşamının hemen peşinde, geçmişte kalmış gibi dursa da. İnsanın geçmişi, yaşamının etrafını çitlerle çevrelemiş bir çember gibi sanki. Hangi aynaya bakarsa baksın insan, geçmişini saklayan hiçbir ayna yok.

Ve zaman geçtikçe mumun boyu kısalıyor. Tıpkı yaş geçtikçe bir gün, boyumuzun kısalması gibi. Eğer mumu tablaya dimdik yerleştirmişsek o mum, gün gelince dimdik bir halde kısalıyor. Dimdik olan, sağlıktır. Ancak sağlam bir zemine, bir şeyi dimdik yerleştirmeyi başarırsın. Sağlık da öyledir.

Mumu ister dik yerleştirelim, ister biraz eğik yerleştirelim bu mum,  her halükarda akıyor. Tıpkı mutlu veya mutsuz yaşamış hiç farketmez her insanda var olan, hüzün gibi… Hüzünsüz insan yoktur, ışıksız insan vardır.

Bir mum bunları yazdırdıysa, vardır ilham kaynağı’nın bir bildiği…

Serap Doğan

04.02.2014 – 01:13