Kişisel Pazarlamada Dikkat Edilmesi Gereken 5 Nokta

Çağımız dünyasına şöyle bir gökyüzünden bakmaya kalkarsak, ellerimize yapışık bir şekilde akıllı telefonlarla gezen, akıllı telefonlarla nefes alan insanlar topluluğu görürüz. Peki ya, tüm bu insanların telefonlara bağlı bir şekilde yaşamalarının sebebi nedir?
Bedelini düzenli olarak ödedikleri internetin tek başına varlığıyla, hızlı bir şekilde ulaşmak istedikleri kişilere ulaşabiliyorlar, nerede bulunduklarını gösterebiliyorlar, yeni bir insanla tanışabiliyorlar, sosyalleşebiliyorlar, etkinlikler planlayıp paylaşabiliyorlar, anında bir habere ulaşabiliyorlar, kimin nerede ne yemek yediğinden, nereye seyahat ediyor oluşuna kadar birbirlerini takip edebiliyorlar.
Yazımın devamı için;
IMG_20160220_221349
1 Mart 2016 itibariyle Gastronomi ve Tarım dergisi olan Apelasyon.com sitesinde yazmaya başladım. Her ay içerik üretmeyi planlıyorum.
Sevgiler.
Serap Doğan, nam-ı diğer Gurme Gezgin

Diyet kavramına dengeli, yeterli ve sağlıklı bir eleştiri

Günümüz koşullarında o kadar çok çeşit diyet isimleriyle karşılaşıyoruz ki, insan şunu düşünmeden edemiyor. Madem bu diyetler o kadar işe yarar diyetler,  neden her sene yeni bir diyet şekli ortaya çıkıyor?

Sağlıklı yaşam, birbirini tekrarlayan dengeli bir beslenme ile iç içe geçmiş bütünleşik bir yaşam tarzıdır.  Diyet ise bir moda akımı gibidir. O sene uzmanlar yeni olarak ne diyorsa ve çevrenizdeki arkadaşlarınız neyi uygulamaya başlamışsa onu yapmaya yönlenirsiniz. Yani neredeyse moda gibi diyet şeklinizi de değiştirirsiniz.

Oysaki diyet, tıpkı bir proje kavramı gibi başı ve sonu olan, belirli bir süre içerisinde değişim yaratmayı amaçlayan bir süreçtir. Kilo alırsınız, projeyi(diyeti) başlatırsınız ve o süreç içerisinde hedeflediğiniz kiloya ulaşırsınız ve proje de bitmiş olur. Ya sonra yine kilo alırsanız yine mi diyete başlayacaksınız? Peki bunun neresi sürdürülebilir?

Asıl başarı diyet yapmakta değil,  bir çok şeyde olduğu gibi beslenme biçiminizde de ‘sürdürülebilir uygulamaların’ dahil olacağı bir yaşam tarzına sahip olabilmeyi başarabilmektir.

IMG-20150623-WA0007

Bunu nasıl yaparım diyorsanız, öncelikli olarak hayatınıza sağlıklı gıdaları alarak başlayabilirsiniz. Örneğin beslenme düzeninize yulaf, tam buğday alıp şekeri de ciddi oranda azaltmak gibi. Ben şimdi tek tek yazmayayım hangi gıdalar olduğunu, internetten rahatlıkla sağlıklı gıdalar hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.

İkinci olarak sağlıklı beslenme,  sadece mutfakta boğazınızdan geçerken dikkat edilince oluşacak bir şey değil. Zaten mühim olan yaşamınızın her anına yaymak. Örneğin televizyon veya bilgisayar karşısına geçtiğinizde haddinden fazla yiyor içiyorsanız, televizyon karşısına geçtiğinizde her seferinde elinizde koca bir kase ile bir şeyler tüketiyorsanız bu sizin sağlıklı bir beslenme tarzınız olmadığını gösterir.

Sağlıklı bir beslenme tarzınız yok ise istediğiniz kadar ‘Ben diyet yapıyorum’ deyin kendinizi kandırmaktan başka bir şey değildir. Buna emin olun.

Belki bir sonraki yazımda, ben günlük hayatımda neler yapıyorum kendi uygulamalarımı bahsederim.

Hepinize sağlıklı yaşamlar!

Serap Doğan

Neden Yazıyorum?

Neden yazıyorum?

Kendimle her türlü konuda yüzleşmek için yazıyorum.

Kendim kalabilmek için yazıyorum.

Bana göre önemli olan bir bilgiyi veya olayı başkalarının da bilmesini istediğim için yazıyorum.

Anlatacak kayda değer bir şeylerim var diye yazıyorum.

Yazmayı benimsediğim için yazıyorum.

İnsana dair her şeyi yazıyorum…

Geçmişten günümüze kadar gelen her türlü bilginin, vaktinde yazıldığı için geldiğini bildiğimden yazıyorum.

Yazıyorum, en çok ülke olarak insani eksikliklerimizi yazıyorum.

İş yönetimini yazarken de insanı yazıyorum, işletme insanının eksiklerini, fazlalıklarını aklım erdiğince yazıyorum.

İnsanların evrensel doğruları bilmesi gerektiği için yazıyorum.

Sadece kendim için yazmıyorum, yazdıkça paylaşılan yeni bir bilgiye, yeni bir bakışa kapılar açtığım için yazıyorum.

Vesselam tüm dünya için yazıyorum.

Ne büyük söz di mi?

pen-notebook

Yazdıklarımız geçmişte bir anı olarak kalacak bunun farkındayım, yalnız şunu da unutmayalım ki gelecekte doğacak herhangi bir kişi, muhakkak yazdıklarımızı bir şekilde bir sebeple okuyacak, ya seninkini okuyacak, ya benimkini okuyacak, anlamaya çalışacak, yani illaki okuyacak. Tanrı’yı, Evreni, insanı anlamak için onun da sebepleri olacak.

Okuyucuya bir not: Bu ay blogumun 2. yıl dönümü… Kutlu olsun…

Serap Doğan

Karanlığın Kodları Karanlıkta Diyalog’da…

Duyularınızdan birini kaybedip 4 duyulu kaldınız mı hiç?

Geçen hafta İstanbul’da Gayrettepe Metro istasyonunda bulunan Karanlıkta Diyalog turuna katıldım ve deneyimlediğim şeyin ‘gözlerimi zifiri karanlıkta kaybedip 4 duyulu kalakalmak’tan başka bir izahı yoktu.

Hayatlarımıza ana karnında karanlıkta başlarken ve kendi yaşamımızın karanlık bir toprakta son bulacağını bilirken aydınlığa yani gözlerimize ne kadar bağımlı olduğumuzu anladım.

Bizlerin yaşam döngüsünde Karanlık(Doğum öncesi bulunduğumuz yer)-Aydınlık-Karanlık(Ölüm ile konacağımız yer) var iken çevremizde onları görmemekte engellileştiğimiz görme engelli insanlarımızın yaşam döngülerinin Karanlık-Karanlık- Karanlık olduğunu fark ettim.

Aklımıza yalnızca bilinmezlik ve korku getiren Karanlığın bilmediğimiz başka yönleri var mıydı? Ne şanslıyım ki ben o kodları buldum ve sizlerle paylaşmak istiyorum.

_origin_Dark-Wallpapers-Full-HD-1

Kod 1: Empati:

Karanlıkta empati düzeyi daha yüksek çünkü tamamen kalbinizle düşünüyorsunuz.

Kod 2: Koşulsuz Saygı:

Karanlıkta yanınızdaki hiç tanımadığınız insanlara onu hiç görmeden dahi saygıyla yaklaşabiliyorsunuz.

Kod 3: Yardım/destek duygusu:

Karanlıkta hiç tanımadığınız bir insanın kolundan destek alabiliyorsunuz, dokunmak normalleşiyor.

Kod 4: Sezgi:

Karanlıkta iken tam olarak tarif edemediğim bir şekilde sezgilerinize güvenerek hareket etmeye başlıyorsunuz, yani pusulanız gözleriniz değil kulaklarınız ve hisleriniz oluyor.

Kod 5: Düşünme:

Karanlıkta görmeyince görsel dikkat dağıtıcı unsurlar ortadan kalktığı için düşünme süreçleri artış göstermeye başlıyor.

Kod 6: Dinleme:

Karanlıkta görmediğiniz için insanı sanki normal kulakla değil, can kulağıyla dinliyorsunuz. Çünkü kulaklarınız, gözleriniz yerine geçmeye başlıyor. Dinlemek, verimli hale geçiyor.

Kod 7: Kendin olma:

Karanlıkta insanları görmeden, onları fizikselliğine göre yargılamadan iletişim halinde olduğunuz için sadece ne hissettikleriniz ön plana çıkıyor.

Kod 8: Diyalog:

Diyalog varsa karanlık yoktur.

Karanlıkta Diyalog (Dialogue in the Dark) Hakkında

Dünya üzerinde 135 kentte 8 milyondan fazla insana ulaşan Karanlıkta Diyalog (Dialogue in the Dark), 20 Aralık 2013’ten itibaren Gayrettepe Metro İstasyonu’ndaki Karanlıkta Diyalog Sergi Alanı’nda ziyaretçilerle buluşmuş bir sosyal girişimdir.

İstanbul Social Enterprise tarafından hayata geçirilen Karanlıkta Diyalog İstanbul bugüne kadar 70bin kişi tarafından deneyimlenmiş ve 20 görme engelliye istihdam sağlamış sürdürülebilir bir projedir.

Ziyaretçilerin, görme duyularını kullanmadan tamamen karanlık bir ortamda görme engelli rehberler eşliğinde görme engellilerin dünyasını içselleştirebilmesi, dünyayı onların gözünden görmesi için eşsiz bir deneyim sağlamaktadır.

Detaylı bilgi için: www.dialogistanbul.com

İŞ’te KORO- Sabah Gazetesi Haberi

28.12.2014 tarihli Sabah Gazetesi İşte İnsan sayfalarında yayınlanan İŞ’te KORO haberimiz.

Yoğun ve stresli iş yaşamında enerjiyi toplayıp hobilere vakit ayırmak pek çoğu için neredeyse imkânsız. Dolayısıyla arkadaşlarla paylaşımlar çoğu zaman yemek masalarıyla sınırlı kalıyor. Bu da enerjisi düşük, tebessüm dahi etmeyen, yorgun çalışanlar yaratıyor. Bu problemi gören şirket yöneticileri de ‘müzik ruhun gıdasıdır’ deyip düzenledikleri müzik organizasyonlarıyla bir yandan takım çalışması yaptırıp bir yandan da motivasyonu artırıyor.

Pop müzik repertuarı
Şirketler için çalışanlardan oluşan pop müzik koroları kuran İş’te Koro’nun Pazarlama Müdürü Serap Doğan, “Uzun süre aynı işi yapan çalışanlar belirli bir rutine girince yaratıcılıkları da ciddi anlamda azalmaya başlıyor. Bizler bu durumdan ilham alarak konservatuar mezunu profesyonellerden oluşan sanat yönetmenleri ve müzisyenler ile birlikte müziğin yaratıcılık körükleyen, pozitif etkisini şirketinizin içine taşıyoruz” dedi.

Projemizden bir görüntü

Sahne alıyorlar
Kurulan koronun çok kısa bir sürede belirli bir repertuar ile prova eşliğinde hazırlanıp çalışanların sahne almalarını sağladıklarını dile getiren Doğan, “Siz bu alınacak sahneyi ister motivasyon toplantınız, ister şirket yemekleriniz, isterse kutlama yapmak amaçlı bir organizasyonunuz için düşünebilirsiniz. Ayrıca bu konseri, şirketinizin imkânlarına göre profesyonel bir ışık ve ses sistemi ile yine profesyonel bir orkestra eşliğinde gerçekleştiriyoruz. Sahne alınacak mekan seçimini, şirketinizin tercihine göre şekillendiriyoruz. İsterseniz konseri 5 yıldızlı bir otelde, isterseniz şirketinizin konferans salonunda düzenleyebiliyoruz” bilgisini verdi.

Aidiyet duygusu gelişiyor
Birbirinden farklı karakterlerden oluşan şirket çalışanları koro çalışması ile tek bir ses haline gelerek kendi şirketlerine aidiyet duygusunu geliştiriyorlar. Eczacıbaşı, Ikea ve Otis’te koro çalışmaları yaptıklarını belirten Doğan, hem çalışanlardan hem de şirketlerden gelen taleple birlikte bu işin hızla yaygınlaşacağını söyledi.

Çalışanlar, haftada bir gün mesai bitiminden sonra 1.5 saat çalışıp hazır hale geliyorlar.

Alıntı: http://www.sabah.com.tr/iste-insan/2014/12/28/is-verimi-dustu-imdada-muzik-yetisti

10373978_1585545281677019_838297319578584735_nİŞ’te KORO’yu takip edeceğiniz hesaplar:

http://www.istekoro.com

http://www.twitter.com/istekoro

http://www.facebook.com/istekoro

http://www.instagram.com/istekoro

Algılar, Güzelliği Çoğaltır.

“İnsan algılayabildiği kadarını
Yaşar
Ve algılar çoğaltır güzelliği”

Bir insanın yeni gireceği yaşını bir önceki yaşından ayırt eden şey nedir?

İnsan, ömründe neyi neden yaptığı, önüne çıkan kişilerin neden çıktığı veya hayatındaki olayların neden yaşandığı üzerinde düşünmüyor ise kendi yaşamının maksadına ulaşabilir mi? İnsan kendi değerleri için yaşadığının farkında değil ise yeni yaşını kutlayacağı doğum günü ona neleri hatırlatır veya neleri vaad eder ki?

Peki ya bu soruyu her insan cevaplayabilir mi? Tabi ki, hayır. Kendinin farkında olmayanın, kendi sorularını cevaplama imkanı yoktur.

481350_10202626453414939_702981822335317997_n

Birkaç saat sonra yeni yaşıma girecek iken ne değerli sorulardı bunlar.

Her bir yaşın, genelde şu okullarda kullandığımız cetvel üzerindeki çizgiler gibi olduğunu varsaydığımızda aralıkları aynı olduğu halde farklı farklı yaşların anlamını birbirinden farklı kılan neydi?

Her yeni bir yılda hep 12 ay vardı oysaki.

İşin aslı her yıl yeni yaşta geride nasıl bir ‘anı’ bıraktığımız idi. Her yıl aynı anıyı bırakmıyorduk. Her yıl farklı farklı olaylar cereyan ediyordu. Bu sebeple yaşanan bu farklı olaylar, bizi de başkalaştırıyor idi. Her sene yepyeni bir ben oluyor idik.

Peki nasıl bir ben olacağımıza nasıl karar veriyorduk?

Algılarımız ile…

Bu sene hangi algılarımın üzerine konsantre oldum…

Ailem,

Aşka bakış açım, bir erkeği nasıl algıladığım,

Kültürel düzeyim, neyi bilip neyi bilmediğim, neyi niçin bilmek istediğim,

Sosyal çevremdeki insanlar, bunları niçin çevremde var ettiğim,

Kariyere bakış açım, kurumsallığa bakış açım,

Başarı ve başarısızlık algılarım,

Eğlence ve keyif algılarım,

Manevi algılarım, sevgim, saygım, vicdanım, ruhum, hassasiyetlerim…

İyi ki algılıyorum ve iyi ki varım.

Serap Doğan

02.11.2014 – 23:00

Dürüstlük: Yeni Para Birimi

Dürüstlüğün toplumsal olarak teşvik edileceğini hiç düşünmüş müydünüz?

Bildiğiniz üzere Endonezya, dünyanın en kalabalık 4. ülkesi ve aynı zamanda en kalabalık Müslüman ülkesi.
Endonezya’da, tüm takımadalarında şu zamana kadar 10.000’in üzerinde ‘dürüstlük kafeleri’ ve yerelde, mahalle okullarında ‘dürüstlük kantinleri’ açıldı.

Dürüstlük kantinlerinde herhangi bir yazar kasa yok. Bunun yerine, öğrenciler raflardan istediklerini alır, açık bir kutunun içine ödemeyi yapar, başka bir kutudan da para üstünü alırlar.

Bu kafelerde duvara asılı ilginç bir cümle vardır. “Bu dükkan, dürüst olmayanlar için önemsizdir.”(This store is too small for dishonest people.)
Kafeler sabah 6:00’da açılır, akşam 18:00’de kapanır.

Endonezya’da bu uygulama ile amaçlanan şudur: Dürüstlük kantinlerinin genç Endonezyalılara, ilerideki hayatlarında karşılaşabilecekleri bozuk uygulamalara kapılmalarına engel olacak doğru alışkanlıkları edindirmek.

Daha sonra kafelerin aylık kar oranlarına bakılır ve sağlıklı işlediği görülür. Sizce de muhteşem bir dürüstlük öğretisi, değil mi?

Honesty-Shop

Ve sonra cennet Türkiye’mize bakalım. Gazeteci, köşe yazarı Şeref Oğuz’un dediği gibi ‘üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili’ ülkemizde birbirimize karşı dürüstlüğün ne kadar önemli olduğunun farkında mıyız?

Biriyle bir arkadaşlık yaptığımızda veya birlikte bir iş yaptığımızda “Acaba, beni kazıklar mı?” diye düşünen insan oranımız sizce kaçtır?

Ülkemizin gündeminde sık sık olumsuz haberler olmasının altında dürüstlük eksikliği yok mudur?

Peki ya ikili ilişkilerde güven bunalımlarımızın sebebi nedir? Mesela sözünde duran aşklara mı sahibiz?

Yetimin hakkını koruyor muyuz? Haksızlığa uğramış kişinin yanında mıyız? Marketlerimizdeki kasiyerler, taksi şoförlerimiz para üstlerini eksiksiz veriyor mu?

Endonezya’daki bu cafeler, yolsuzlukla mücadelede önleyici bir tedbir olabilir mi?
Dürüstlüğün bir erdem olduğu ve bunun sözden ibaret olmadığı halen idrak edilebiliyor mu?
Bizler gibi hatırlama konusunda fireleri olan bir toplumda dürüstlük nasıl inşa edilir?
Sizce Türk toplumu yeterince dürüst mü?

Ne dersiniz, yeterince dürüst müyüz?

Serap Doğan

Yaşam ile Ölüm Arası Kaç Santim?

‘Yaşam ile ölüm Arası kaç santim?’ Hiç ölçmedim, ölçülebilir mi bilmem ama gözlerimle gördüm!

Sultanahmet taraflarında, tramvay yolunun bulunduğu dar caddelerden birinde ailemle birlikte gayet keyifli bir şekilde yürüyordum. Kardeşimin mezuniyet törenini kutlamıştık.

O sırada tam arkamda başında simit tablası olan bir simitçi vardı. Orta yaşlıydı. Ağır ağır yürüyordu. Çok ani ve savunmasız bir şekilde yüzüstü yere kapaklandı. Tabla ile birlikte 10-15 simit, tramvay raylarına saçıldı. Düştüğü yer ile tramvay rayı arasında yaklaşık 70-80 cm bir mesafe vardı. O kadar ‘can payı’ bir mesafe. Ardından 1 dakika sonra tramvay geldi, geçti…

Adamın düşme sebebi, bir yere ayağının takılmasından dolayı değildi. Belli ki bir hastalığı vardı ve hastalığı ani bir şekilde, hiç ummadığı bir anda baygınlığa yol açıyordu. Kimbilir ‘nerelerde ve nasıl’ bir şekilde yere düşüyordu. Bu sefer ekmeği başında iken yakalamıştı baygınlık onu. Ağzından kan geldi, burnunun tam üstüne düşmüştü. Etraftaki birkaç erkek onu kaldırımdan kenara kaldırdı.

Resim

Adamın şansı mıydı tramvay yoluna düşmemesi? Yoksa şanssızlığı mıydı ekmek peşinde iken bayılıp kalması?  O, yaşam ile ölüm arasında kıl payı mesafede yerde uzanırken öylece donakaldı zihnim.

Ben daha iyi bir yaşam için didiniyordum, o ise tablasındaki üç kuruşluk simit parası için akşam ediyordu gününü.

Ben sağlığıma duacı idim, o ise nerede düşeceğinden bile habersiz bir sağlık durumundaydı.

Ben ailemle mutlu bir şekilde dolaşırken, onun ise ailesinin olup olmadığından bihaberdim.

Ben o an bir tiyatro sahnesiymiş gibi ibretle izliyordum adamın yere kapaklanışını, simitlerin raylara saçılışını. O ise İstanbul caddelerinden birinde yerde sessizce uzanmış bir figürandı sanki.

 

Aklımda içinden tramvay geçen bir İstanbul caddesi…

Aklımda üç kuruşluk bir simit tablası…

Aklımda çaresiz bir düşüş…

Aklımda ardına bakmadan giden tramvay…

Ve aklımda ardına bakmadan akan giden zaman.

27.06.2014, Fatih, İstanbul

Serap Doğan

Yeni İnsan Eski İnsan’a Karşı

  • Yazının ana fikri: “İnsan, bugünkü sorunlarını, bu sorunları yaratan metotlarla çözemez.”
  • Eski İnsan; korkaktır, nicelikseldir, ölçemediğini yok sayar, materyalisttir, başarıyı para ve mal ile ölçer, şüphecidir, hiyerarşisiz yapamaz, doğayı sevmez, tamahkârdır, mekanik ve duygusuzdur.
  • Yeni İnsan; özgürdür, insanı doğadan ayırmaz, “ben” ve “onlar” kavramı yoktur, “biz” vardır, bu “biz” insan dâhil her şeyi ifade eder, yargılamaz, hoşgörülüdür, şefkatlidir, mantıkla duyguyu eş tutar, korkuyla değil, sevgiyle yola çıkar.

 

ESKİ İNSAN

Çok heyecan verici bir zamanda yaşıyorum. Zaman, huzursuzluk ve devinim zamanı; bir dönem sona ermiş ve yenisi başlamış. Bu değişiklik, tahminimden çok daha derin ve çığır açıcı boyutlarda.

Eski İnsan tarzım, yerini yenisine bırakmış; Yeni İnsan, Eski İnsan’ın yerine geçmiş.

Eski İnsan, sorunun kökenini bulmaktan ziyade, belirtileri tedavi etmeye çalışıyordu.

Eski İnsan doğrusaldır. Geleceği, geçmişten yola çıkarak çizer ve “ne kadar büyük o kadar iyi” düsturu ile başlar.

Eski İnsan, nicelikseldir; her şeyi ölçer ve açıklar. Ölçülemeyen ve açıklanamayan şeyleri kabul etmez. Eski İnsan’da akıl ön plandadır ve duygular bastırılmıştır. Aslında, Eski İnsan duygulardan korkar. Analiz yapar ve hesaplar, plan yapar ve strateji geliştirir.

Tipik özelliği, amaçlar belirleyip, bu amaçlara ulaşmak için düz ve dar bir yoldan ilerlemesi ve etrafında olanları görmemesidir. Eski İnsan, önsezi için hemen hemen hiç imkân bırakmaz.

MEVKİ VE GÜÇ

Eski İnsan,  materyalisttir. Başarı ve ilerlemeyi, para ve sahip olunan mal ile ölçer. Çalışmasının amacı itibar ve para kazanmaktır. Değerlendirmesinin bir başka önemli aracı da mevki ve güçtür. Gücü, tercihen ‘etki’ diye ifade eder.

İnsanların birbirleriyle olan ilişkilerindeki traji-komik unsurlardan bir tanesi de, ilk defa karşılaşan insanların birbirlerinin sosyal konumu ve etkisini ölçmek için üstü kapalı soru ve cevaplarla karşısındakinin mesleğini, okuduğu okulları ve yaşadığı yerleri sorarak oynadığı sosyal oyundur. Eski İnsan, bu oyuna bayılır.

Eski İnsan, güç konusundaki fikirlerle doludur. Güç ve güce olan ihtiyacı, Eski İnsan içinde doğan ve büyüyen korkusunun yansımasıdır. Başlangıçta “başarılı” olamamaktan korkar ve değerlendirme ölçeğinde yeterince yükseğe yerleşemez. Belli bir oranda başarılı olduğu zaman, elde ettiğini kaybetmekten korkar, çünkü hissettiği güvence sahip olduklarına ve mevkiine dayanır.

Korku ve Şüphe hem kendine hem de başkalarına karşı güven eksikliğine sebep olur. Dolayısıyla, korku ve şüpheden korunmak amacıyla hiyerarşik sistemler oluşturur.

Hiyerarşilerinin ana işlevi, kontrolü sağlamaktır; kontrolün en önemli işlevi ise tehdit edici değişiklikleri engellemektir. Aslında, kendisinin başlatmadığı tüm değişiklikleri tehdit olarak algılar.

Eski İnsan ileri görüşlü değildir. Bunun en bariz örneklerinden bir tanesi, kariyer ve “amaç” uğruna çevresine yaptıklarıdır. Eski İnsan, düpedüz tamahkârdır. Eski İnsan, mesafe yaratır. Kendisini doğaldan, doğadan, doğrudan, güzelden o kadar uzaklaştırır ki tüm görüş açısını kaybeder. Kendisinden uzaklaşır ve kendisiyle olan temasını yitirir. Bunun sonucunda, insanlarla arasındaki mesafeyi gittikçe açar. Eski İnsan mekanik ve duygusuzdur. Ve hayata karşı düşmanca bir tavır takınmıştır.

Resim

YENİ İNSAN

Yeni İnsan, eski İnsan’a başkaldırmak için ortaya çıkmamıştır; kaynağı Eski İnsan’dadır. Ancak artık Eski İnsan’ı aştı. İşte şimdi, eski İnsan’ın tamamen gerçekleştiğini gördükten sonra bunun kendisine, sevdiğine, dostlarına hiç bir zaman uyum, memnuniyet veya mutluluk getirmeyeceğini açıkça gördü.

Çalışmanın, işinin, “insanı boyutlarının büyüme sendromunun gölgesinde” kaybolduğunu görmeye başladı. Ekonomi ve maddiyata yönelik gelişmesinin insanlara hizmet etmediğini algıladı. Aslında tam tersine, sistemin esiri oldu ve kendi kendini tüketmek yolundaydı.

İçinde yeni bir öfke ve yeni bir sancı büyüyor ve bu öfke ve sancı bir vizyon doğuracak. Bu vizyon, kelimenin tam anlamıyla bir insaniyet ve şefkat vizyonudur. Düşünce ve algılama tarzında toptan bir değişiklik gerektirecek. Yeni İnsan, vadiyi iki adımda aşamayacağının da bilincindedir.

İnsan vicdanının uyanması ve gelişmesi, yeni bir insana can verir ve bugüne kadar varlığı bilinmeyen iç kaynaklara doğru kapıları açar. Yeni İnsan’ı bir isyan olarak görmek vahim bir hatadır. Pek çoğumuz isyan etmek için yeterli sebep olduğunu düşünsek de Yeni İnsan’ı isyan olarak görmemenin önemini vurgulamak gerekir.

Olayları bir isyan olarak görürsek, ister istemez müdafaaya geçeriz; korkarız ve eski usulleri korumaya çalışırız ve olaylara bakışımız, eskisinden de katı hale gelir. O zaman gelişmenin yanımızdan geçip gittiğini görmemiş oluruz. Zamanında ayak uyduramayız.

BEN VE ONLAR YOK; BİZ VARIZ

Yeni İnsan’ın temelinde her şeyin birbiriyle bağlı olduğu gerçeği yatar. Yeni İnsan, insanı doğadan ayırmaz. İnsanlar arasında ayrım yapmaz. Her insan kendine özgüdür, kendine özgü özellikleri vardır ve aynı zamanda diğer insanların parçasıdır.

Yeni İnsan’da “ben” ve “onlar” kavramları yoktur, sadece “biz” vardır. Ve bu “biz” sadece insanları ifade etmez. “Biz”, beş duyusuyla algılayamadığı ve zekasıyla açıklayamadığı şeyler de dâhil olmak üzere tüm hayatı ifade eder.

Yeni İnsan, hiç kimseye başkasından fazla değer vermez. Yargılamaz. Hoşgörülüdür. Şefkat ve insanlığı temsil eder.

Yeni İnsan, insanlardaki ikiliği görür; mantıklı ve düşünen (erkek) ve duygusal ve hisseden (kadın) yön. Yeni İnsan’da bunlar arasında bir denge vardır. Eski İnsan’da bastırılan duygusal yöne burada eşit derecede önem verilmiştir. Mantık artık üstün değildir; mantık ve duygu bir aradadır.

Yeni İnsan sadece hesap yapmaz; duygularının ona söylediklerine de güvenir. Kararları ve anlayışı için önseziden başka bir dayanağa ihtiyacı yoktur. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu hisseder, bilir.

Yeni İnsan amaçlar belirlemez. Plan yapmaz. Adımlarını, onu nereye götüreceklerini bilmeden atar. Beklentileri vardır, ancak bunlar kesin değildir. Hayat, savaşması ve mücadele etmesi gereken karmaşık bir mesele değildir. Hayat, hayat mücadelesinden ötedir; büyük bir maceradır. Küçük büyük, olumlu olumsuz her olayın onu ileriye götürdüğünü görür.

İNSAN İLİŞKİSİ

Yeni İnsan’ın temelinde, hayatın herkese kişisel ve insani gelişim için verildiği kavramı yatar. Diğer her şey, yani dışarda kalan sonuçlar, bu gelişim sürecine göre ikinci plandadır. Önemli olan, anlam taşıyan hayat sürecidir, insanın kendisi olmasıdır.

Yeni İnsan, yaratıcı olduğunu anlamaya başlar. Dış güçlerin emrine amade ya da şartların kurbanı olmadığını kavrar. Olumlu veya olumsuz başından geçenler, kendi düşüncelerinin bir ürünüdür. İyi şans ve kötü şans diye bir şey yoktur. Hayatında olan her şey kendinden kaynaklanır.

Yeni İnsan’da “yapılmalı” diye bir şey yoktur. Bir şeyi, ondan beklendiği için yapmaz. Yapmak istediğini yapar, ona neşe, isteklendirme ve anlam veren şeyler yapar. Hareketlerinin temeli kendinden kaynaklandığından, gerçek kaynaklarını kullanmış olur.

Yeni İnsan aynı zamanda tahmin ettiğinden çok daha fazla kapasiteye sahip olduğunu kabul eder ve yaratıcılığının, “doğru ortamlarda” sınırsız olduğunu düşünür.

Bu iç kaynakları ortaya çıkarmak ve bu yaratıcılığın çiçek açmasına izin vermek önündeki en zorlu görevdir. Gerçek zenginlik için gerekli potansiyeli buradadır. Zenginlik, onun için dışta oluşan maddi büyüme değil, kişisel ve insanı büyümesidir.

Sonuçta İnsan, bir araya getirdiği muazzam bilgiyi, bilgelik ile birleştirmeyi başardığı zaman, ancak kendi insan potansiyelinin tümüne ulaşmış olur.

Bugün insan oy’unu, Yeni İnsan’dan yana kullanıyor. Eski İnsan’a gelince… O, görevini yaptı, bağışlandı. Yeni İnsan’ı keyifle izleyebilir artık.

 

Devler Bu Ota Milyonlar Yatırıyor.

Bugün tarihli Sabah Gazetesi Ekonomi Bölümü’nde çıkan ekonomik değeri yüksek Stevia(Şeker otu) hakkında yapmış olduğum haberim.

Haberin yapımında işbirliği yaptığım Akdeniz Üniversitesi Ziraat Profesörü Prof.Dr.Kenan Turgut ve Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nden Doç. Dr. Osman Kola Bey’e teşekkür ederim.

Serap Doğan

Resim

Sabah gazetesindeki link:http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2014/04/29/devler-bu-ota-milyonlar-yatiriyor